Hepimizin zaman zaman takıntıları olur. Mesela telefonu şarja takmadan uyuyamamak, kapıyı bir kez daha kontrol etmek, elleri defalarca yıkamak ya da “ya yanlış mesaj attıysam” diye sürekli düşünmek… Bunlar günlük hayatta sık gördüğümüz küçük takıntılar. Hatta bazen farkında bile olmadan kendi küçük ritüellerimizi yaratırız, çünkü bir şeyleri kontrol edebildiğimiz sürece kendimizi güvende hissederiz.
Ama unutulmaması gereken bir nokta var: her takıntı OKB değildir. Çoğu zaman bu davranışlar kısa süreli, duruma bağlı ve hayatımızı çok fazla etkilemeyen alışkanlıklardır.
Ama bazen bu takıntılar kontrolden çıkar ve hayatı zorlamaya başlar. İşte o zaman Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB) devreye girer. OKB, istemediğimiz düşüncelerle kafamızda boğuşmak ve bunları durdurmak için sürekli tekrar eden davranışlar yapmak anlamına gelir. Yani hepimizin ara ara yaşadığı küçük takıntılar, OKB’de hayatın merkezine yerleşiyor ve gerçekten rahatsız edici bir hâle gelebiliyor.
Peki bu durum ne kadar yaygın, kimlerde daha çok görülüyor? Aslında OKB sandığımız kadar nadir değil. Araştırmalara göre insanların yaklaşık %2-3’ü hayatlarının bir döneminde OKB belirtileri yaşıyor. Yani her 100 kişiden birkaçında bu durum görülüyor diyebiliriz.
Genellikle ergenlik veya genç yetişkinlik döneminde başlıyor, ama bazen çocuklukta da ortaya çıkabiliyor. Kadınlarda ve erkeklerde görülme oranı neredeyse aynı; sadece erkeklerde belirtiler biraz daha erken yaşta kendini gösterebiliyor.
Türkiye’deki araştırmalar da benzer sonuçlar veriyor. Ülkemizde OKB’nin yaygınlığı yaklaşık %2 civarında. Ama çoğu kişi yaşadığı durumu “benim huyum böyle” diyerek önemsemiyor ya da yardım almıyor. Bu yüzden gerçek oranın biraz daha yüksek olabileceği düşünülüyor.
OKB herkeste aynı şekilde ortaya çıkmaz. Kimi için sürekli el yıkamakla başlar, kimi içinse kapıyı kapatıp kapatmadığını defalarca kontrol etmekle… Bazıları için zihninden atamadığı rahatsız edici düşünceler, bazıları içinse “her şey tam simetrik olmalı” hissi vardır. Yani OKB tek bir yüzü olan bir bozukluk değil; her kişide farklı şekilde kendini gösterir, kişinin en çok hangi takıntılara sahip olduğuna göre farklı türlere ayrılıyor.
• Temizlik ve Bulaşma Takıntısı: Kişi mikrop kapma, kirlenme ya da hastalık bulaşmasından aşırı derecede korkar. Bu yüzden ellerini defalarca yıkar, eşyaları sürekli temizler ya da bazı yerlere dokunmaktan kaçınır.
• Kontrol Etme Takıntısı: Kişi sürekli bir şeyleri kontrol etme ihtiyacı hisseder: “Kapı kilitli mi?”, “Ocağı kapattım mı?”, “Ütüyü fişten çektim mi?” gibi. Kontrol etmezse kötü bir şey olacağına inanır ve bu da kaygıyı artırır.
• Simetri ve Düzen Takıntısı: Her şeyin mükemmel ve düzenli olması gerekir. Eşyalar milimetrik hizalanmalı, renkler uyumlu olmalı, yazılar belli bir düzende olmalıdır. Düzensizlik, kişide içsel bir rahatsızlık yaratır.
• Zarar Verme Takıntısı: Kişi istemediği, korkutucu düşünceler yaşar; sevdiğine zarar vereceği ya da yanlışlıkla kötü bir şey yapacağı düşünceleri bunlara örnektir.
• Dini veya Ahlaki Takıntılar: Kişi dini konularda “yeterince doğru davranmadığı” ya da “günah işlediği” düşüncesine saplanabilir. Sürekli dua etmek, tövbe etmek veya dini kuralları tekrar tekrar gözden geçirmek şeklinde davranışlar gösterebilir.
• Biriktirme:Kişi işe yaramayan eşyaları bile “lazım olur” düşüncesiyle atamaz. Evde biriken eşyalar yaşam alanını daraltır ama kişi onlardan vazgeçemez.
• Sayma, Tekrarlama Takıntısı: Kişi belirli sayılarda bir şeyleri yapmak zorunda hisseder. Örneğin bir kapı koluna üç kez dokunmadan ya da bir cümleyi içinden defalarca tekrar etmeden rahatlayamaz.
Peki insan neden OKB geliştiriyor? Aslında bunun tek bir cevabı yok. OKB genellikle birden fazla şeyin bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor. Yani sadece çocuklukta yaşananlar ya da sadece genetik değil; beynin çalışma biçimi, çevre, aile tutumları ve kişinin yapısı hep birlikte etkili oluyor.
Bazı insanlarda aileden gelen bir yatkınlık var. Ailesinde OKB olan birinde bu durumun görülme olasılığı daha yüksek. Bir diğer etken de beyin kimyası. Özellikle “serotonin” dediğimiz kimyasal madde, ruh halimizi ve düşüncelerimizi düzenliyor. Buradaki bir aksama, istemediğimiz düşünceleri durdurmayı zorlaştırabiliyor.
Aile ve çevre etkisi de önemli. Aşırı koruyucu, mükemmeliyetçi veya cezalandırıcı bir ortamda büyüyen kişilerde kontrol ihtiyacı daha fazla olabiliyor. Çocuklukta yaşanan bazı travmalar da bu durumu tetikleyebiliyor.
Bazen OKB, öğrenilmiş davranışlar sonucu da oluşabiliyor. Küçük yaşta sürekli “ellerini yıka, mikrop kaparsın” denilen bir çocuk, ilerleyen yaşlarda temizlik takıntısı geliştirebiliyor.
Bir de stres faktörü var. Hayatta yoğun baskı, kayıp veya zor dönemler yaşandığında zihin bazen bu stresle baş edemiyor ve kontrolü sağlamak için takıntılar devreye giriyor.
Özetle, OKB bir anda ortaya çıkan bir şey değil; biyolojik, psikolojik ve çevresel etkenlerin bir araya gelmesiyle gelişiyor.
OKB çoğu zaman zorlayıcı ve dirençli bir hastalık olabilir.
Bu nedenle doğru tanı ve müdahale için bir ruh sağlığı uzmanından destek almak çok önemlidir.
Çünkü OKB, yalnızca davranışları değil, düşünceleri, duyguları ve günlük yaşamı da etkileyen bir durumdur.
OKB’nin ortaya çıkmasında farklı psikolojik süreçler rol oynar.
Genellikle bireyin yaşam deneyimleri, çocukluk ilişkileri ve benlik algısı etkili olur.
Örneğin, ayrılıklar, yetersizlik duyguları, sekonder kazançlar, çift ilişkilerindeki çatışmalar ya da geçmişte yaşanan travmalar, obsesif düşünce ve kompulsif davranışların temelini oluşturabilir.
Bu süreçlerde özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) öne çıkar.
BDT, OKB destek sürecinde en çok kullanılan ve etkisi kanıtlanmış bir yaklaşımdır.
Terapi, olumsuz düşünceleri fark etmeyi ve yerlerine daha gerçekçi, işlevsel düşünceler koymayı hedefler.
Davranışsal olarak ise, kaçınma veya tekrarlama gibi kompulsif eylemlerin azaltılmasına yönelik maruz bırakma ve tepki önleme (ERP) yöntemleri kullanılır.
Bu nedenle BDT, OKB’nin terapötik sürecinde temel yöntem olarak görülür.
Bazı durumlarda OKB sadece düşünce ve davranış düzeyinde değil, kişilik ve yaşam kalıplarıyla da ilgilidir.
Çocuklukta öğrenilen bazı kalıplar veya ebeveyn tutumları, obsesif eğilimlerin temelini oluşturabilir.
Böyle durumlarda Şema Terapi devreye girer.
Bu terapi, bireyin erken dönemden itibaren geliştirdiği düşünce, duygu ve davranış kalıplarını fark etmesini ve bunların yetişkin yaşamına etkilerini dönüştürmesini sağlar.
Bu sayede sadece belirtiler değil, semptomların kökeni de ele alınır.
Geçmişte travmatik olaylar, örseleyici yaşantılar veya yoğun duygusal anılar yaşayan bireyler için EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme Terapisi) etkili bir seçenek olabilir.
EMDR, beynin doğal iyileşme mekanizmasını kullanarak travmatik anıların duygusal yükünü azaltmayı ve irrasyonel düşünceleri daha dengeli hâle getirmeyi amaçlar.
Böylece kişi, hem zihinsel hem de duygusal olarak daha dengeli bir yaşam sürebilir.
Hiçbir psikolojik rahatsızlığın ya da sıkıntının yüzde yüz garanti edilen bir müdahale çalışması yoktur.
Psikoterapi süreci; sabır, süreklilik ve kişinin kendi çabasıyla şekillenir.
Önemli olan, kişinin kendini daha iyi hissettiği bir noktaya ulaşması, içgörü kazanması ve süreci kararlılıkla sürdürmesidir.
Sonuç olarak, merkezimizde bütüncül bir psikoterapi bakış açısı benimsenmektedir.
Bu yaklaşımda, bireyin ihtiyaçlarına göre bilişsel, davranışsal, duygusal ve şematik düzeylerde farklı terapi yöntemleri bir arada uygulanır.
Amaç, bireyin yaşam kalitesini artırmak, içsel dengesini güçlendirmek ve daha sağlıklı bir ruhsal yapı kazandırmaktır.
Hayatınızın her alanında daha dengeli, huzurlu ve kaliteli bir süreç diliyoruz…
M.Berk KARAOĞLU
Uzman Klinik Psikolog
İZMİR TERAPİ VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK MERKEZİ