Kişinin aşırı özgüven ile kendisini daima başkalarından üstün görmesi narsisizmi işaret etse de kendilerini daha üstün gören kişilerin hepsinde narsistik kişilik bozukluğu olmayabilir. Narsistik kişilik bozukluğunun temelinde genellikle benmerkezcilik, abartılı bir benlik duygusu, kendilerine karşı aşırı hayranlık (kendilerine aşık olma), başkalarına karşı empati kuramama-kibirli olma, kişilik özelliklerini abartma ve çevrelerinden de aynı şekilde geribildirim alarak takdir edilme arzusu, beğenilme gereksinimi bulunmaktadır. Bu kişiler başarı, güç, prestij, mükemmel olma odaklıdırlar. Kişilik bozukluğu olarak tanımlanmasında en büyük etken gerçeklikten uzak bir şekilde üstünlük duygusunu hissetme eğilimi göstermeleridir.
Narsist kişiler, başkalarının yeteneklerini ve başarılarını küçümserken kendi yetenek ve başarılarını abartır. En mükemmeli olma arzusuyla çevresiyle istemsiz bir şekilde yarış haline girer. Eleştiri almaya katlanamazlar, kendi fikirleri her zaman daha üstündür. Benmerkezci davranarak başkalarını kendi çıkarları için kullanıp manipüle edebilirler. Bir ortamda her yere hakim olmak isterler, böylece üstünlük kurma ihtiyacını karşılarlar. Bir konuda her zaman kendilerini haklı görüp suçu başkalarında ararlar. Toplum içindeki yerleri çok önemlidir, başkalarından özel ilgi ve övgü hak ettiğini düşünürler. Kendini beğenmiş davranışları başkalarına karşı saygısız davranmalarına yol açabilir. Kıskançlık duyguları hissederken, başkalarının kendisini kıskandığını iddia etmekten kaçınmazlar. Kendilerinin “bulunmaz hint kumaşı” olduklarına inanırlar.
Narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişiler dışarıdan özgüvenli, mükemmel, sevilen, başarılı bireyler olarak görülse de kendi içlerinde daha kırılgan bir yapıları vardır. Onlara göre bu zayıflıktır ve bu zayıflığı çevrelerine göstermek en büyük korkularıdır. Kendi içlerinde yaşadıkları bu korkuyu baskılayarak gerçeklikten sapmış bir şekilde davranış sergilerler.
Genellikle bu kişilik bozukluğun temelinde çocukluk döneminde yaşadıkları değersizlik ve sevgisizlik duyguları yatmaktadır. 0-6 yaş aralığı son derece önemlidir. Çünkü çocuk ilk bilgilerini aile içinde öğrenir, ailesiyle iletişim halindedir. Bu dönemde ebeveynler bilinçsiz bir şekilde çocuklarının en akıllı, en başarılı, en uslu çocuk olmasını arzular. Ancak bu çocuğun kendi varlığını gösterememesine ve karar vermede güçlük yaşamasına neden olmaktadır. Çocuk başkaları üzerinden kendi varlığını onaylatmayı burada öğrenir. Ailenin çocuğa yeteri kadar empati göstermemesi, çocuğun yaşadığı zorlukların giderilmemesi, sürekli azarlanması, suçlanması, baskıyla kontrol edilmeye çalışılması, kişisel alanına saygı gösterilmemesi, duygusal ihmallerin olması narsisizmin kökenini oluşturmaktadır. Bunun haricinde ailenin çocuğun her davranışını abartması, sürekli ödüllendirmesi, pohpohlayarak büyütmesi çocukta benlik duygusunun aşırılaşmasına da neden olmaktadır. İlerleyen yaşlarında ise kişiler hata yapmamak için mükemmel olma eğiliminde olurlar. Hayatlarını kusursuzluk üzerine kurmaya çabaladıklarından mutluluk, huzur gibi kavramlardan uzak kalabilirler. Başarısızlık korkusu yaşamlarında engel oluştururken çevreleriyle iletişim sorunları yaşayabilirler.
Narsistik kişilik bozukluğunun erkeklerde kadınlara oranla daha sık görüldüğü gözlenmiştir. Genel toplumdaki yaygınlığının %1’in altında olduğu bilinse de klinik ortamında %2-16 olduğu görülmektedir. Çevresel etkenler, yetiştirilme tarzı ve hayat tecrübesi kadar genetik faktörlerin de bu rahatsızlığın oluşumunda etkili olduğu düşünülmektedir.
Narsistik kişilik bozukluğu psikolojik bir rahatsızlıktır. Resmi teşhisin ilgili ruh sağlığı uzmanı tarafından konulması gereklidir. Kişide kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşıması, her zaman beğenilmek istemesi, odak noktası olma arzusu, empatiden yoksun olması, kişilerarası ilişkilerinde zorluk yaşaması gibi faktörlerin farklı zaman dilimlerinde istikrarlı bir şekilde gözlemlenmesi gerekir.
Narsistik kişiler yardıma muhtaç biri gibi görüneceklerinin endişesiyle genellikle terapi almayı reddederler. Bu nedenle narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin psikolojik destek almalarını sağlamak zordur. Terapiye geldiklerinde kendilerini zayıf göstermemek için ne kadar mükemmel olduklarını kanıtlamaya çalışmaları, eksikliklerini fark etmek gibi bir niyetlerinin olmamaları, direnç göstermeleri psikoterapi sürecinin uzamasına neden olmaktadır. Terapiye geliş sebepleri ise depresyon, panik atak, kaygı, mutsuzluk, cinsel sorunlar, iletişim sorunları, insan ilişkilerinde yaşadığı çatışmalar, partneri tarafından terk edilme, başarısızlığa uğrama gibi sorunlardır. Terapistlerin en çok zorlandığı vakalardır. Kişi terapistine karşı transferans geliştirebilir. Bilişsel Davranışçı Terapi uygulanarak kişinin gerçek benliğini bulması, kendini kabul etmesi, gerçeklerle yüzleşmesi amaçlanır. Kişinin olumsuz düşünce ve davranış kalıplarını değiştirerek daha gerçekçi bir öz imaj geliştirmesi sağlanır. Bu psikiyatrik rahatsızlığa özel bir ilaç bulunmamaktadır ancak bir uzman gözetiminde olması halinde depresyon ve kaygı için kullanılan ilaçlar bu kişilere verilebilmektedir. İlaç kullanımıyla birlikte bu psikiyatrik rahatsızlığın diğer sorunlara bağlı büyümesi engellenebilmektedir.
Erken dönem yaşamlarındaki bağlanma stilleri kişilerin duygusal düzenleme kapasitelerinde rol oynamaktadır. Kişinin erken çocuklukta deneyimlediği ihmalkâr, tutarsız, müdahaleci anne-baba davranışlarının patolojik narsisizmin temelini oluşturduğu düşünülmektedir. Kişinin güvensiz bağlanmasıyla birlikte çevresine karşı kaçıngan veya kaygılı davranmasının da bir savunma mekanizması olduğu ileri sürülür.
Bağlanmanın oluşabilmesi için çocuk ile anne arasında sevgi ve duygu yüklü bir ilişkinin olması, çocuğun kendisine ve çevreye karşı bir güven geliştirmesi gereklidir. Bakım veren kişiden “Ben buradayım, seni duyuyorum, seni anlıyorum, sana değer veriyorum, seni önemsiyorum” mesajlarını alamayan çocuk ebeveynleri tarafından anlaşıldığını, kabul edildiğini, sevildiğini hissetmez. Kendisine ve çevresine karşı güven oluşturamayan çocukta ileriki yaşantıları için olumsuz duygulanım ve ruh sağlığı riski oluşabilmektedir. Ebeveynler çocuğun beklentilerini karşılamıyorsa, çocuğun duyguları küçümseniyorsa, çocuğa yardımcı olunmuyorsa veya anne-babanın gereksinimleri için çocuktan yardım bekleniyorsa çocukta güvensiz kaçınan bağlanma türü gelişebilir. Güvensiz kaçıngan bağlanma, erken çocuklukta anne babadan gerekli manevi gereksinimleri bazen alma bazen alamama ya da bir ebeveynden alma diğerinden alamama sonucu gelişir. Bu durumda çocuğun aldığı mesaj “Ben kendi kendime ebeveyn olmalıyım, güçlü durmalıyım, yardım beklememeliyim, anne-babayı çağırmamak en iyisi.” olacaktır. Ebeveynlerine bağlanmayarak ve onlardan kaçıngan davranış sergileyerek güçlü olacağını düşünür. Bu yüzden çocuk duygularını kendi içinde yaşar, örtbas eder, çevresindekilere güvenmez. Annenin ortamdan gidişi veya ortama girişi umrunda değildir, tepki göstermez. Fiziksel ve duygusal anlamda yalnızlığı tercih eder. Güvensiz kaçıngan bağlanan çocuklar ergenliklerinde kavgacı, içine kapanık kişiler olabilirken yetişkinliklerinde ise aidiyet duygusu hissedince kabuk ören ve ilişkilerden kaçınan kişiler olabilmektedir.
M.Berk KARAOĞLU
Psikolog-Aile Danışmanı-Cinsel Terapist
İZMİR TERAPİ VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK MERKEZİ